29 Ocak 2008 Salı

ACEMİ BAKLAVASI

MERHABALAR
UZUN ZAMANDIR SAYFAYA BİŞEY EKLEYEMİYORDUM BU ARALAR SANALK ETKİNLİKLERLE UĞRAŞIYORUM. HAZIR DERSLERDEN BİRAZ UZAKLAŞMIŞKEN AMA FAZLA UZUN SÜRMEYECEK ÇÜNKÜ BEN TEKRAR DERS ÇALIŞMAYA BAŞLAYACAĞIM.FAKAT BAŞLAMADAN ÖNCE DEDİM Kİ ŞU DAYIMI BİR ZİYARET EDEYİM VE ELİM BOŞ GİTMEYEYİM.NE GÖTÜRSEM NE GÖTÜRSEM DİYE DÜŞÜNÜRKEN HAFTA SONU YAPTIĞIM BAKLAVA GELDİ AKLIMA VE BUNUN GÜZEL BİR İKRAM OLACAĞINI DÜŞÜNDÜM . KISACA SİZLERE TATLI YİYİP TATLI KONUŞMAK İÇİN BAKLAVA GETİRDİM . İNŞALLAH BEĞENİRSİNİZ. ŞİMDİ BUNUN TARİFİNİ İSTEYECEKSİNİZ BELKİ AMA İNANIN BENDE TAM TARİF BİLMİYORUM.SEBEBİ ; BENİM SAYFAMI GEZENLER BİLİRLER BENİM DAHA ÖNCEDEN BİR ISPANAKLI BAKLAVA DENEYİMİM VARDI ONDAN SONRA BEN DÜŞÜNDÜM VE ARTIK AKLI BAŞINDA BİR BAKLAVA YAPMANIN ZANI GELDİ DEDİM KENDİME. DENEMEYE KARAR VERDİM FAKAT TARİF YOK. NETTE GEZDİM BİRAZ ORDAN BİR TARİF ALDIM FAKAT AYNEN UYGULAMADIM. ÜZERİNDE BİRAZ MATEMATİK ÇALIŞTIM.TOPLAMA ÇIKARMA YAPTIM TARİF ÜSTÜNDE. VE MATEMATİKSELLEŞTİRİLMİŞ TARİFİDE BİR KENARA YAZMAK AKLIMA BİLE GELMEDİ. ŞİMDİ BU BAKLAVANIN AYNISINI BANA DESENİZ YAP DİYE ASLA YAPAMAM.NEYSE NE YAPALIM SAĞLIK OLSUN. TEKRAR BAKLAVA YAPMAK İSTEDİĞİMİZ DE TARİF ALIRKEN YA MATEMATİK KULLANMAYIZ , YADA BİR KENARA NOT ALIRIZ. BUDA BANA DERS OLSUN .SİZEDE AFİYET OLSUN
BELKİ RESME BAKIPTA TARİF ÇIKARABİLECEKLER AVARDIR ARANIZDA

22 Ocak 2008 Salı

Yüksek Okul Mezunları 'Boş' Durmamalı

Yüksek Okul Mezunları 'Boş' Durmamalı

Yüksek okul mezunlarına kısa dönem askerlik hakkı verilmesine yönelik büyük bir talep bulunmaktadır. Bu taleplerin somut bir sonuca ulaşabilmesi için Genelkurmay Başkanlığının ikna edilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda gerek milletvekillerinin verdiği kanun teklifleri gerekse de sivil toplum örgütlerinin açıklamaları önemli olsa da yeterli değildir.
Burada en büyük görev yüksek okulda okuyan öğrencilere, mezunlarına ve bunlarına ailelerine düşmektedir.
Yüksek okul mezunlarına kısa dönem askerlik hakkı tanınması konusunda yapılacak en güzel girişim Genelkurmay Başkanlığına mektup yazmaktadır.
Herkesin kendi güzel ifadeleri ile yazacağı mektuplar, kanun tekliflerinden ve sivil toplum örgütlerinin açıklamalarından daha etkili olacaktır.
Şu hususun unutlmaması gerekmektedir: Genelkurmak Başkanlığı kısa dönem askerlik teklifine ikna olmadığı sürece hiçbir düzenleme yapılamayacaktır.
Bu nedenle en büyük görev yüksek okul öğrencilerine, mezunlarına ve ailelerine düşmektedir.
Yazacağınız mektupları "Genelkurmay Başkanlığı/ Ankara" adresine göndermeniz yeterli olacaktır. Bu mektuplar hem talebin büyüklüğünü gösterecek hem de sorunun çeşitli boyutlarını idari makamlara gösterecektir.

Haber: memurlar.net

20 Ocak 2008 Pazar

GELİN GELİNCİK GÖRÜN

Fotoğraf:HUYLU (1985)
Bu resim ne fotomontaj yapılarak hazırlandı ne de google'a en güzel manzara resimleri yazılıp bulunmadı. Burası CEMBES. Ilıcak gibi burası da Karsuluların gelir kaynaklarının başında geliyor. Eriği, domatesi, biberi, patlıcanı bir başka olur buranın. Sadece bunlar mı teşbihte hata olmaz gerçekten de taş eksen taş yetişir. Yeterki uğraşılsın. Benim bildiğim pamuk, buğdaygiller, narenciye, sebze, meyve, baklagiller, çilek daha aklıma gelmeyen birçok şey yetiştirilir burada. Daha ne olsun bir insanın ihtiyacı olan herşey yetişiyor.Ben boşuna kendimi yoruyorum. Burası kelimelerle ifade edilemeyecek kadar güzel biryer. Anlatılmaz sadece yaşanır. Buyrun gelin yaşadığınızın farkına varın. Gelin de Gelincik görün. Pardon düzeltiyorum gelinde şıkşıkı çiçeği görün.

17 Ocak 2008 Perşembe

BURASI NERESİ BİLİYOR MUSUNUZ?


Fotoğraf:HUYLU (1985)
Burası Karsunun en güzel yerlerinden biriydi. Evet biriydi çünkü bu doğa harikası artık yok. Yani yokmuş bende yıllardır görmek istedim ama bir türlü kısmet olupta gidemedim. Gönlüme sorarsanız gitmek te istemiyorum. Şuanki halini görüpte üzelmemek için sebep sadece bu.Bu yeri bilgim dahilinde size biraz anlatmak istiyorum maksat bilgiden ziyade unutulmamasını sağlamak;
Karsulular Ilıcak diye bilir burayı. Bu küçük havuzda yığınla balık olurdu. Bir rivayete göre bu balıkların kutsal oldukları söylenirdi ve havuzdan kimse balık tutup yiyemezdi sesebi ise başına illa ki bir musibet gelir diye bilinirdi. O yüzden, balıklara kimse dokunmazdı. Bu balıklara kimsenin dokunmadığı gibi akıntıya kapılarak havuzdan çıkmaları da imkansızdı. Çünkü havuzun suyu yüzeyden akmıyor, taşların arasından sızarak çaya karışıyordu. Taşların arası ise balıkların kaçacağı şekilde aralıklı değildi. Buna rağmen bu balıklar ne büyürler, ne azalırlar ne de çoğalırlardı. Yıllarca aynı çoklukta ve büyüklükte kalırlardı. Havuzun da suyunun şifalı olduğu söylenirdi. Hatta vücudunun çeşitli yerlerinde çıban çıkan hastalar buraya gelip havuza girdiklerinde ve havuzdaki balıklara yaralarını yedirip çıkarken havuzdan aldığı üç taşa dua okularak dışarı atması halinde yarısının iyileştiği söylenirdi. Kış aylarında bile suyunun oldukça ılık olması gençlerin kışın da gidip suya girmelerine olanak sağlıyordu. Birde yanındaki koca çınar ağacının dili olsa da konuşsa. Dönemin sevdalıları bunlar gelende erkekler olurdu etik olmamasına rağmen bu ağacın bedenine dallarına kısacası yazı yazılabilecek her yerine sevdiğinin ismini kazırlardı. O dönemler ağacı sanki bir dilek ağacı olarak kullanırdı gençlik. Bu taki Yarseli Barajı inşaatına başlanıncaya kadar böyle devam etti. Yıl 1985-1989 tarihleri arası. Baraj ile alakasına gelince Ilıcağın hemen üst kısmı hazine arazisi ve kayalık bir yerdir. Buraya barajın gövdesine kaya ve taş götürmek için şantiye kurdular. Tonluk dinamitler kullanarak kayaları kırıp baraja götürürken ardında havuzu birsürü balığa mezar yaptıklarını gimse görmedi. Dinamit patlayınca 2-3 km de zelzele oluyormuş gibi hissedilirdi.. ILICAK'ında suyu bu sarsıntılardan etkilenerek kendine başka yollar bulup kaybolmuş.Ne diyelim hayatın kanunu bu güçsüzsen yenilirsin. Yenilmeyecek kadar lezzetli değilsen kuru yerde ölür gidersin. Bu paragrafım balıklaraydı.SÖYLESEM TESİRİ YOK, SUSSAM GÖNÜL RAZI DEĞİL. (Fuzuli)

12 Ocak 2008 Cumartesi

NOHUT ALİ AMMİ’NİN TEKESİ

Bir hikaye de benden: Bu da Altınözü ağzıyla yazılmış.

muallim


NOHUT ALİ AMMİ’NİN TEKESİ

Nohut Ali Ammi o günü Anteke’ye gidikti. Birkaç tene geçi götürüktü satmaya. Eyyi paranan satıktı heppisini. Keyfine deyecek yoktu. Ne alsam ne alsam deyi düşünürken akline künefe geldi:

- “He yoho!" dedi, içinden, "şurdan kehabe künefe alyım da yiyek bizim Mama Karinen barabar.”

Mama Kari avradı olur Nohut Ali’ning. Yıllar yılı birbirlerining kahirlerini çekik, eyyi kötü yaşayık gidikler. Sattığı geçilerde onung da emeği vardı. Gerçi ona bir fistan diksin deyi birkaç parça basma alık emme, künefening yeri de başkadı canım. “Eskiden bizim kari de künefe dökerdi emme, kocadı kalana.” deyi düşündü ve tuttu künefecining yolunu. Eyyi tarafından bir kilo künefe darttırdı.

- Peynir ilüzüm mü Hacci Ammi? dedi künefeci.

"- Yok” dedi Nohut Ali. "Evde birez duzlu peynir olucu ellalem. Gidince suya koyar keni bizim kari. Duzu gidince yaparık künefeyi kalana."

Künefeyi aldı ve düştü eving yoluna.

Otobisten kapınıng önünde endi. Oğlu Hannüf karşıladı keni. Nohut Ali, elindeki künefeyi Hannüf’e uzadırkan, “Ananga söyle oğlum; birez peynir çıkarsıng katremizden. Şeker akidi de hazırlasıng. Akşama şeyle ağız dadınnan bir künefe yiyek.”

Nohut Ali otobising parasını verirken, Hannüf siğirtti eve deyin. Bir yandan siğirdyo bir yandan çığıryo:

- Anaaaaaaaaaa! Anaaaaaaaa!

Mama Kari ordan cevap verdi:

- Ne çığıryon bire kuyruğuna basılık pissik kimi?

- Anaaaa! Anaaaa! , Babam ne getirik bilyomung?

- Bire nerden bilicim keni? Ne getirik?

- Künefe getirik dinime imanıma. Hem babam diyo ki; “ Katremizden kehabe peynir çıkarık suya koyamışsıng. Şeker akidi de etsindiyo.

Mama Kari, aldı künefeyi, bir yandan peynir çıkardı katremizden. Bir yandan, şeker akidini hazırlamaya kuyuldu. Akşam vakti oluktu kalana. Çoban birlim ikilim gelyodu. Nohut Ali Ammi arabanın parasını verik, eve gelikti. Oğluna seslendi:

— Bire Hanifi, bak bakalım çoban gelik, bizim teke nerde kalık?

Tamam, Baba, dedi Hannüf. Seğirtti getti harmana deyin.

Ora baktı yok, bura baktı yok. Gelmeyik canım, teke yok ortalıkta. Eve geri geldi.

Künefe de tam kızerik, akidi de dökülük. Yi beni diyo.

- Bulamadım baba, tekeyi

Nohut Ali livanda uzanık. Yerinden kağdığı kimi Hannüfün üstüne yörüdü:

- Bu teke böğün ille bulunucu. Yoksa künefe münefe yok!

Mama Kari içinden “Yandım!” diyo, “Şindi beylesi bir künefeyi ortada bırak ta get teke ara. Olacak iş değil” deyi düşündü.

Nohut Ali Ammi’ye belli etmeden Hannüf’üng kulağına eğildi.

Bire oğlan sen çık dışarı deyin. Ben de çıkyım sennen. Ben dörd elli ayaklı olyum. Sen de al elinge bir dahnek. Seni mundar şişesice seni! Niye beyle gece vakıtlarında bizi yoryong? Geç bakyım ahıra deyin iki tene de vur ardımdan. Biz de oturuk şu künefeyi ağız dadınnan yiyek yoksa babang yidirmeyci bize keni.”

İkisi birden çıktılar dışarı. Aynen dediklerini yaptılar.

Nohut Ali Ammi, sordu Mama Kari”ye; “Geldi mi kele bizim teke?”

- He, geldi Herif, dedi. Oturuk enine konuna künefeyi yidiler. “Nasıl olsa biz künefeyi yiyene kader gelir bu teke zahır” da diyolar içlerinden. Emme teke bir türlü gelmiyo.

Ertesi sebbah, çoban toplanırkan, Nohut Ali Ammi, oğlana:

- Bire Hannüf, tekeyi böğün salma çobana. Ona elac getiriğim. Sürücüm ayağındakı yaraya” demez mi.

Aldı bizim Mama Kari’nen Hannüf’ü bir talaş. Nohut Ali ammi bakık ikisi de birbirinden talaşlı. “ Nolyo bire size beyle?” deyi soruk. Mama Kari, yarı korku yarı ceseret ağnatmaya karar verik:“ Valla Herif, byle byle oldu. Künefeyi sıcak yimek üçün senğe yalan söyledik.”

Nohut Ali eyyice kızyo. Hanifi’yi gönderyo tekeyi bulmaya. “Bulmadan gelirseng seni eve almam ha” diyo.

Hannüf söyleni söyleni tekeyi aramaya gidyo.

Ne kader gezdise bir tüllü bulamıyo kirt çalasıca tekeyi. Artık tekeden umudunu kesik eve gelyo. Bir bakyo ki babası tekeyi yatırık, ayaklarını bağlayık, elac süryo yarasına. İçinden derin bir “Ohhh!” çekyo ki o biçim.

………..


M.Nesim DÖNMEZ

5 Ocak 2008 Cumartesi

HSİN’İN EŞŞEĞİ

Altınözü ağzıyla yazılmış bir hikaye ile karşınızdayım. Hikaye sitemizin yazarı Huylu kardeşime ait. Ancak hoşgörüsüne sığınarak ben ufak tefek rötüşlarla yayına koydum. Beğeneceğinizi umarım.


HSİN’İN EŞŞEĞİ

Kavırıcı bir yaz günüdü. Güneş deppeden vurunca mahfedyodu adamı. Rahmetli Amtim gilin “Camıççı”sında bibellik suluyoduk. O zamannar kimsening evinde suy yoktu. Herkiş ya Zikirden ya Tandırın Gölünden ya da havuşunda kuyusu olan birining evinden alyolardı suylarını.

Hsin dedikleri biri var. Meatter her gün iki carra alır, merkebe yükler arvadıng dırdırı kesilsing deyin sebbehten akşama kader kırk kere gider gelir o yolu. O günüde gine merkebe binik "çuu" deyik duryodu. Emmeee, merkep buya; bitüllü gtmek istemiyo. O da bıkık her gün gidik gelmekten.


Benge seslendi;

-Yoho kardaş kheyrine şu merkebe vur. Getmiyo. Kirt çala keni. İnanasıng Erbea günü keni bazara çıkarık satıcım. Neanet ola byle merkebe.

Bende eyyi bir incir dallaması aldım emme. Adam elimdeki dallamayı görünce;

-Aman kardaş, valla mahfedersin keni, kadangı alam birez küççük dahnek al.

Ben ne bilyim depyomuş namıssızıng malı. Bir çirpez dahneğinnen merkebe vuryum dediydim. Daha merkebe vurmaya kalmadang böğrüme iki antız salladı, onnan soğnasını khetirlemiyom. Birde gözümü açtım ne göryüm; ordakıların heppisi kaffama kömelenikler.

“Benge noldu?” dedim heppisi birden hangirdemeye başladılar. Eyle khıcıl oldum ki angnadamam. Emme benim iflahim kesilikti. Hala nefes alamıyodum.

Hsin’in merkebinden acımı almam gerekti. Sıçradım ölleden aşşağı endim. Etrafa baktım ilerde küverelerin yanında bir messez dayayıklar tuvara. Onu almaya gidyodum.

Birden zamburların kaynaştığını gördüm. Ğaliba zambur inine basığım ki zalım uşakları sankı cihan harbine çıkıklar kimi heppisi birden üzerime çullandılar. Yatırdım aşşağı deyin… Bir yandan kaçyom, bir yandan bağıryom. Arkadan birses duyyom emme… Ne dediklerini angnamıyom,.

Baktım biri;

— Bre nefesingi tut, nefesingi deyi çığıryo.

Kolaysa gel sen tut nefesingi. Zatan koşmaktan ağzım burnum nefes ulaştıramıyo ciğerime… O da kağmış “nefesingi tut” diyo. Öldürücüler beni zalımlar. Zamburlar nasıl oldusa peşimi bıraktılar emme siğirdirken belleayemi basığım neye basığım bilmiyom. Tümün babıcım siyene belenik. Daha ötiyesi gün Mehamet Ali'ning düğeninden alıktım keni. Yeppizyengidi. Cıpcıkkırdı aynen acente arabana kimidi.

Her neyse döndüm. Messezi elime aldım emme onun ucundaki mıh küççüktü. Etrafta böyyük çivi aramaya kuyuldum. Takaların heppisine baktım bulamadım. Bir yerde görüktüm emme nerde. “Amaan neycin keni” deyik livanın tuvarında asılı cimamın mıhını söktüm messeze kınnepnen eyyiden eyyi bağladım. Kerisonung kırağına oturdum. Hsini beklemeye başladım.

Baktım yokuşung başında merkebe binyo. Ellealem merkep yokuşta yıkılmasıng deyin enik eşeğinden. Onnan olsa gerek geri binyo merkebe. Yanıma yaklaşınca elime messezi aldım “Gel şimdi” dedim. Emme, Hsin yalvaryodu. “Allahisen! Düşücüm! Oynama kenen, kadangı alam” dedisede dingneyen kim. Merkebing karnına karnına dürtmeye başladım her dürtüşte merkep antızlıyo üzerindeki carralardan suylar dökülyo. Hsin düşmemek üçün semere yapışık. Çırçır çığıryo. Biriki antızdan songna carralarıng her biri bir yana Hsin bir yana düştü. Merkep, güveldek vuruk kimi antızlayanak kaçmaya başladı. Hsin ağlayı ağlayı merkebini tutmaya gitti.

“-Dinime imanıma seni babanga söyleycim ne kader allek bir dölsün. Ben şimdi avrada ne deycim. İmanımı gevredir. Carraları kırdım deyin akşama gemiklerimi kırıcı. Allah’ım nolur bu gördüklerim ürye olsa… “ kimisinden corlar edenek kalla’lenik getti.

Ben de aha size yiminnen söylüyom; sankileme ötüyüzü görük gelik kimiyim. Kolay mı yoho bir günde hem çambuş eşeğin antızını yi, hem de zambur arıların iğnesini… Heydi kolaysa siz deyin. Nededim yani?



Tercümesi.

HÜSEYİN’İN EŞEĞİ

Kavurucu bir yaz günüydü. Güneş tepeden vurunca mahvediyordu adamı. Rahmetli Halamların Camıtçı *(tarla ismi) ‘sında biberlik suluyorduk. O zamanlar kimsenin evinde su yoktu. Herkes ya Zikir’den *(Altınözü’nde tarihi bir su bendi) ya Tandırın Gölünden *( Altınözü Karsu Köyünde bir mevki) ya da avlusunda kuyusu olan birinin evinden alıyorlardı sularını.

Hüseyin denen biri var. Zavallı her gün iki testi alır, eşeğe eşeğe yükler, karısının dırdırı kesilsin diye sabahtan akşama kadar kırk kere gider gelir o yolu. O gün de gene eşeğe binmiş, “Çuu” deyip duruyor, amaaaa, eşek bu ya; bir türlü gitmek istemiyor. O da bıkmış her gün gidip gelmekten.

Bana seslendi;

- Yahu kardeş! Hayrına şu eşeğe vur. Gitmiyor. Dert tuta kendisini. İnan ki Çarşamba günü pazara çıkarıp satacağım kendisini. Lanet olsun böyle eşeğe.

Ben de iyi bir incir dallaması aldım elime. Adam elimdeki dallamayı görünce;

- Aman kardeş, Vallahi mahvedersin kendisini, Kadanı alayım*(sana gelecek bela bana gelsin). Biraz küçük değnek al.

Ben ne bileyim. Çifte atarmış namussuzun malı. Bir çalı değneğiyle eşeğe vurayım dediydim. Daha eşeğe vurmaya kalmadan, karnıma iki çifte salladı, ondan sonrasını hatırlamıyorum. Bir de gözümü açtım ne göreyim; oradakilerin hepsi başıma toplanmışlar.

“Bana ne oldu?” dedim, hepsi birden gülüşmeye başladılar. Öyle utandım ki anlatamam. Ama benim takatim kesilmişti. Hâlâ nefes alamıyordum.

Hüseyin’in eşeğinden öcümü almam gerekiyordu. Sıçradım ikinci kattan *(olle) aşağıya indim. Etrafa baktım, ilerde küplerin yanında uzun bir sopa dayamışlar duvara. Onu almaya gidiyordum.

Birden eşekarılarının kaynaştığını gördüm. Galiba eşekarılarının yuvasına basmışım ki zalimler sanki Cihan Harbine çıkmışlar gibi hepsi birden üzerime çullandılar.

Aşağıya doğru koşmaya başladım. Bir yandan kaşıyorum. Bir yandan bağırıyorum. Arkadan bir ses duyuyorum ama… Ne dediklerini anlamıyorum.

Baktım biri;

- Ulan nefesini tut, nefesini diye çağırıyor.

Kolaysa gel sin tut nefesini. Zaten koşmaktan ağzım burnuma nefes ulaştıramıyor. O da kalkmış “nefesini tut” diyor. Öldürecekler beni zalimler!

Eşekarıları nasıl olduysa peşimi bıraktılar. Fakat koşarken su kanalına mı basmışım neye basmışım bilmiyorum. Bütün terliğim çamura belenmiş. Daha geçen gün Mehmet Ali’nin dükkânından almıştım kendisini. Yepyeniydi. Pasparlaktı. Aynen acentadan yeni çıkmış araba gibiydi.

Her neyse döndüm. Uzun değneği aldım. Etrafta büyük çivi aramaya koyuldum. Pencerelerin tamamına baktım, bulamadım. Bir yerde görmüştüm ama nerede?

Amaaan ne edeceksin kendisini deyip, salonum duvarında asılı duran cimamın *(sap tabak) çivisini söktüm. Uzun değneğe sicimle iyiden iyi bağladım. Asfaltın kenarına oturup beklemeye başladım.

Baktım yokuşun başında eşeğe biniyor. Allah bilir, eşek yokuşta yıkılmasın diye inmiş eşekten. Ondan olsa gerek geri biniyor eşeğe.

Yanıma yaklaşınca elime aldım değneği; “ Gel şimdi “ dedim.

Fakat Hüseyin yalvarıyordu: “ Allahını seversen! Düşeceğim! Oynama! Kadanı alayım” dediyse de dinleyen kim. Eşeğin karnına karnına dürtmeye başladım. Her dürtüşte eşek çifteliyor, testilerden sular dökülüyordu. Hüseyin düşmemek için semere yapışmış, bas bas bağırıyor.

Bir iki çifteden sonra testilerin her biri bir yana, Hüseyin bir yana düştü. Eşek, sinek vurmuş gibi çifteleyerek kaçmaya başladı. Hüseyin ağlaya ağlaya eşeği tutmaya gitti.

“ – Dinime imanıma seni babana söyleyeceğim, ne kadar yaramaz bir çocuksun. Ben şimdi avrada ne söyleyeceğim. Beni mahveder. Testileri kırdım diye akşama kemiklerimi kırar. Allahım ne olur bu gördüklerim rüya olsun… “ gibilerden sözler söyleyerek. Uzaklaşıp gitti.

Ben de işte size yeminle söylüyorum; sanki öbür tarafı görüp gelmiş gibiyim. Kolay mı yahu bir günde hem azgın eşeğin çiftesini ye, hem de eşekarılarının iğnesini… Haydi kolaysa siz söyleyin. Ne etseydim yani?

Videolarım

HABERLER